Sayfalar

27 Ocak 2012 Cuma

Çocukken Yaşadığımız Aşklar

İlkokul yıllarınıza hiç dönüp baktığınız oldu mu? Bazen dönüp bakıyorum da o zaman yaşadığımız aptal aşklar günümüzde yaşanan üç beş günlük flörtlerden daha güzelmiş. 

Çocukken hoşlandığımız kızla göz göze gelmemeye çalışırdık. Onun gözlerine baktığımız anda yüzümüz kızarırdı utancımızdan. Şimdilerin 'aşk'larına bakıyorum da iki günde harcayabiliyorlar birbirlerini, herşey hevesleri bitene kadar oluyor. Haftalarca belki de aylarca bir kızı tavlamak için uğraşan arkadaşlarım var, tam tavlıyorlar bir iki hafta geçmeden birbirlerinden sıkılıp ayrılıyorlar, ondan sonra haftalarca hata yaptım diye sızlanıp duruyorlar. Böylelerine hiç acımak gelmiyor içimden, beter olun diyorum...

Oysa ki çocukken böyle miydi 'aşk' dediğimiz şey? Şu ankinden çok farklı ve çok güzeldi. O zamanlar herşey temizdi ve bugünkü kadar kirlenmemişti değil mi?

Sony Walkman - Çocukluğumuzun en teknolojik aleti
Okula cebinizde abinizin/ablanızın walkman'iyle gittiğiniz günü hatırlayın, en samimi arkadaşlarınız sizden bir kulaklığı ben takıp dinleyeyim dediğinde onları nasıl da geri çeviriyordunuz. Ancak o kız yanınıza geldiğinde "Ben de dinleyebilir miyim?" sorusu sizin de içinizde fırtınalar kopmasına sebep olmuyor muydu? Bir anda aptallaşıp eliniz ayağınıza dolanmıyor muydu? Hemen kulaklıklarınızdan birini çıkartıp onun kulağına siz takıyordunuz hatırlayın! O an dünyadaki en mutlu insan sizdiniz değil mi? Aahh bir de walkman'de çalan şarkı vardı tabiki de. O an gelecek diye kasetteki en güzel şarkıyı ayarladıktan sonra tenefüslerde yanınıza gelsin diye içinizden dualar etmiyor muydunuz? Neyse şimdi o kızın yanınıza geldiğini ve kulaklıklardan birini onun kulağına taktığınız ana gelin hem de. Walkman'in play tuşuna bastığınız anda Gökhan Kırdar başlıyor söze: " Senden uzakta hep bir şeyler eksik / Gönlümde derman yok, inan bir nefeslik / Ne bir avuntu, ne de biraz ümit / Ne yaptın bana, nedir bu sessizlik". Gökhan abi tam da "Yerine sevemem" derken onun gözlerine baktığınız ana gidin bir de. Onun gözlerindeki parıltıyı hayal edin, sizi alıp nasıl da uzak diyarlara götürüyordu...


Peki ya ona en saf ve en temiz duygularınızla özene bezene yazdığınız mektuplar? O mektubu ona ulaştırmak için çektiğimiz o çileli anlar? Düşünsenize bütün gece boyunca düşünüp yazdığınız o mektupları? İçlerinde kim bilir ne kadar özenle seçilmiş aşk cümleleri olduğunu, onu görünce içimizde kopan fırtınaların bizi nasıl etkilediğini hatırlayın. Mektubu yazmakla herşey bitmiyordu tabi, bir de o mektubu kimseye göstermeden ona ulaştırmamız lazımdı. Tenefüs zilinin çaldığını ve herkesin dışarı çıktığı anı hatırlayın, en samimi arkadaşlarınızın sizin kolunuzdan tutup zorla dışarıya çıkartmaya çalıştığı anı hani. Siz de karnım ağrıyo, dişim ağrıyo vs gibi bahanelerle onları dışarı yollayıp sınıfta tek başınıza kalmıştınız hani. İşte o an ona yazdığınız mektubu defterinizin arasından çıkartıp onun defterine koydunuz ya, içiniz kıpır kıpır olmuştu hani bir an. Daha sonra da, ya başkası onun defterini alırsa ve mektubu okursa diye içinizden geçip de bir anda yüreğiniz ağzınıza gelmişti. Bir an durup, derin bir soluk aldıktan sonra herşey istediğiniz gibi olacak diye kendinizi kandırıp tenefüsün geri kalanını oynayarak geçirmek için dışarı çıktınız. Ders zili çaldığında büyük bir sevinçle derse girmiştiniz hani. Gözünüz tahtada hocayı dinliyormuş gibi yapıyordunuz ama aklınızda hep onun mektubu alıp okuyacağı an vardı. Oturduğunuz sıra ise onu görebilecek en iyi yerdeydi hani. Bir an gözünüz ona doğru döndüğünde onun da size baktığı ana gidin şimdi de. Yüzünde gülümseme vardı hani, o gülümsemeyi gördüğünüzde anlamıştınız hani, o da sizi seviyordu. Bir anda kıpkırmızı kesildiniz ya utançtan. Başınızı önünüze eğip dersin bitmesini beklediniz...

Çocukken herşey daha güzeldi, hepimiz saftık, hepimiz temizdik, yaşadığımız aşklar çocukça aşklar olarak adlandırılsa da o günkü aşklar herşeye değerdi. Keşke tekrar çocuk olsak da o günleri yeniden yaşayabilsek...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder