Sayfalar

16 Mayıs 2012 Çarşamba

İlk Görüşte Aşk


İlk görüşte aşk derler ya hani, böyle birşeye az kalsın inanıyordum. Hatta hatırlayabildiğim kadarıyla 2 defa geldi böyle birşey başıma.

İlki yanılmıyorsam 2 yıl önceydi. Takımımın maçından önce katılmam gereken bir eğitim vardı, eğitimde tanıştığım bir kız vardı. Aldığımız eğitim hem eğlenceliydi hem de çok yorucuydu. Günün yorgunluğunu takımıma destek olarak (??!) atacaktım. Eğitimdeki arkadaş da benim gibi aynı takım taraftarıydı, eğitim aldığımız yer de stadımıza yakın bir yerdeydi. Neyse, eğitim bitmiş bazı arkadaşlar dağılıyordu, Eğitmen abi&ablalarımızla bir kahve içmek için yakındaki bir AVM'ye doğru yola çıkacaktık, diğer sınıfın eğitimini tamamlamasını bekliyorduk. Bekleme esnasında muhabbeti koyulaştırmıştık tabi, facebook'tan arkadaşlık isteği gönderdi falan filan. Maça gelmeyi de çok istiyordu ayrıca. Şans bu ya o gün de öğle vakti arkadaşlarımdan biri elinde fazla kombine olduğu için beni aramış maç için kiralayabileceğini söylemişti. Hemen telefona sarılıp o arkadaşımı aradım, şansımın içine edeyim elindeki kombineleri yarım saat önce kiralamış başkalarına :( Umudumu yitirmedim tabiki de hemen kombineyi beraber aldığım arkadaşımı aradım, o da bu maçı kaçırmayacağını takımımız şampiyonluğa koşarken o stadda olmaktan kimsenin onu alıkoyamayacağını söyledi. Umutlarım birer birer tükeniyordu. O arkadaş da beni teselli etmeye başladı, başka maça gideriz artık sorun değil falan filan. Velhasıl kelam diğer sınıf dersi bitirmiş ve dağılmıştı. Toplanıp AVM'ye doğru yola koyulmuştuk. Ama o da ne stadın etrafı bayram yeri gibiydi, yıllardır şampiyonluk bekleyen bir şehrin sokakları karınca yuvasından beterdi. Her yer bordo mavi'ye bürünmüş, herkes "Bordo Mavi Şampiyon Trabzon" diye bağırıyordu sokaklarda. Bu duruma alışıktım çünkü yıllardır maçlara giden benim için alışılageldik bir durumdu. O arkadaş ise başka şehirde doğup büyümüş olsa da memleketinin takımına gönül vermiş. Neler olduğunu anlayamadığım bir anda o arkadaş koluma girmişti. Sokaktan gelen geçen ve Bordo diye bağıranlara Mavi diye karşılık veriyordu. Bazen de o gördüğü kalabalıklara Bordo diye bağırıyordu. Stadın altından geçerken birini arayıp telefonu elime tutuşturdu. Kim bu diye sorduğumda babam cevabını verdi. O an öyle tatlı bir heyecan ve korku yaşadım ki kelimeler kifayetsiz kalıyor o anki halimi anlatmak için. Telefonda kırmızı tuşu bulmak ve çağrıyı sonlandırmak bir saniyeden daha kısa sürdü eminim. Daha yeni tanıştığım ve içimde kelebekler uçuşmasına sebep olan o kızın babasıyla ne konuşacaktım ki? Telefonu kapatır kapatmaz şakayla karışık kıza Ne yapıyon beni vurdurtmak mı istiyosun babana dedim. Yok canım olur mu öyle şey, babam öyle biri değil diye karşılık verdi. İçim ferahladı biraz. Tekrar babasını ararken ben konuşmam dedim :D (ne kadar korktuğumu düşünün artık). Telefondaki ses o kızdan daha heyecanlıydı...

Her neyse, böyle güzel anlardan sonra maça 15 dakika kala AVM'den çıkıp koşarak stada yetiştim, karşımda Gerçek Sevgilim vardı. Yıllardır o kadar çok kızdan hoşlanmıştım ama hiçbirini Trabzonspr kadar sevmemiştim, sevememiştim. Trabzonspor'un hayatımdaki anlamı başkadır elbette.

Maçı kazanmış şampiyonluğa emin adımlarla yürüyorduk. Galibiyet sarhoşluğuyla evime dönmüştüm. Hemen bilgisayar başına geçip facebook hesabımı açtım. Hani o eklemişti ya beni, kabul edip profiline bir göz atayım dedim ki atmaz olaydım. Günün bilmem kaçıncı şansızlığı karşımdaydı: O arkadaşın biriyle ilişkisi varmış. Eee ne yapalım olabilir böyle şeyler deyip kapattım profilini, hayatıma devam etmem lazımdı, devam da ettim zaten :) İlk Görüşte Aşk'a inanacaktım az kalsın, Bizim kitabımızda başkasının sevdiğine yan gözle bakmak olmaz. Yukarıda yazdıklarımdan yan gözle bakmadın mı lan falan diyebilirsiniz, kendimden eminim hayır bakmadım. Sadece bir hoşlantı olmuştu o kadar, o da maç sonrası geçti gitti zaten. Hayatta daha önemli şeyler vardı elbet. En önemlisi Trabzonsporum bir maçı daha galip tamamlamıştı daha ne olsun :)

İlk görüşte aşk belki de vardır bilemiyorum ama şu ana kadar bana denk gelmedi henüz (:

18 Mart 2012 Pazar

Adamlık Nedir Diye Sorsalar...

Adamlık nedir diye sorsalar ya da bugüne kadar yaptığın adamlık neydi diye sorsalar verebilecek bir cevabım var sanırım. Geçenlerde başıma gelen bir olayı aktarayım sizlere...

Çok büyük kavgalarla ayrıldığım eski sevgilim  (Çok büyük kavgalar diyorum çünkü işin içine aileler falan girmişti, zor dizginlemiştim kendimi onun ailesinden birilerine zarar vermemek için) geçenlerde bir ortamda bitirme projesi ile ilgili bir problemi olduğunu söyledi. İşim gereği aynı ortamı paylaşıyoruz, daha doğrusu bir nebze de olsa onu koruyabilmek için o işe girdim desem daha doğru olur. Ben bilgisayarlarla uğraşırken o sıra patronumun yanına geldi, ve ona bitirme projesiyle ilgili bir sorunu olduğunu söyledi, patronum da bana yönlendirdi. Ben onu sallamaz tavırlardaydım çünkü öyle olmak zorundaydım, neden bilmiyorum. Hala ona karşı birşeyler hissettiğimi düşünmesin diye herhalde. Her neyse o benden rica etti, ben cevap bile vermedim. Ama içimden biraz daha ısrar etsin de ben de zoraki kabul etmiş gibi olayım diye geçirirken patronum söze girdi ve benden bitirme projesini kurtarmamı istedi. Ben de patronumu çok sevdiğimden kırmadım. Sağolsun patrondan öte bir abi gibi davranır bana. Sigarasını paylaşır, cebime harçlık koyar falan...

Her neyse onun bitirme projesiyle uğraşmaya başladım işimi gücümü bırakıp. Problemi çözmek için olayın tamamen nasıl olduğunu bilmem gerekiyordu ki tersine çevirip kurtarabileyim (İlerde mühendis olacağım bırakın da o kadar anlayalım işten :) ). Neyse ben projeyle uğraşırken eğer kurtaramazsan tüm suçlusu sensin gibilerinden birşeyler dedi bana. Sanki onca kavganın gürültünün hıncını benden çıkarmak istiyor gibiydi. Ben de ortamı yumuşatmak adına birşey olmaz kurtaramazsak yeniden çizersin bütün projeyi nolcak dedim. Biraz yumuşadı olmaz işte kurtarman lazım, kaç hafta bunun üzerinde çalıştım falan filan yalvarır gibi konuşmaya başladı. Az önce emirler yağdıran kız gitti yerine acınacak hale düşmüş birisi geldi bir anda. Herşeyi sineye çekmeye devam ettim ve projesini kurtardım. Projesini çalışırken gördüğünde sevinçten boğazıma atlayıp sarılmadığı kalmıştı ya neyse.

Sonucu merak edenler olabilir diye yazayım hediye olarak bir çikolata aldı getirdi o kadar istemiyorum dememe rağmen...

Her neyse bu da böyle bir anımdır. Arkamdan atılan tutulan o kadar lafa rağmen o kadar kavgaya rağmen benden yardım isteyen kişi düşmanım bile olsa seve seve yardım ederim...

Herhalde 'adam olmak' da bunun gibi birşeydir...

Son olarak: Sevgili Pikos şu sıralar bana yapmaya çalıştığın nispetler inan beni zerre kadar ilgilendirmiyor biliyor musun? Eğer amacın bir savaş başlatmaksa mağlubiyeti göze almış olman gerekir...

6 Mart 2012 Salı

Ah Be Zeynebim...

Ah be Zeynebim ah, senin yerini kimler almak istedi de açmadım gönlümü onlara...

Bir defasında senden bahsettim diye bana yazan kızın suratı bir anda cadıya dönüşmüştü, ahiret sorularına boğmuştu beni.

Başka bir defasında başka bir kız da "ismimi değiştirmem lazım" demişti. İsmini Zeynep yapsan kaç yazar ki ha kaç yazar? Benim Zeynebimin yerini tutabilir misin sen?

Ama şimdi sen yoksun :( Keşke yanımda olsan, benden binlerce kilometre uzaktasın ama yanımdasın işte...

Şu türküyü dinlemekten kulaklarım isyan eder oldu, beynimi hiç saymıyorum bile. En sonunda bu şarkıyı duyduğum yerde hoparlörleri kırmazsam iyidir...

Ah be Erkan Oğur, neden böyle bir türkü yaparsın da ciğerimi dağlarsın?



"Zeynebe gidemem yollar pek ırak" işte tam da burası bitiriyor ya beni. Bana çok uzak olman...

27 Ocak 2012 Cuma

Lisedeki Platonik Aşkım

Az önce balkonda sigara içerken aklıma geldi, Lisede platonik olarak aşık olduğum bir kız vardı. Bu sene okuduğum üniversiteye yatay geçiş yaparak gelmiş kendisi. Birkaç hafta önce sabah evden okula giderken karşılaştım kendisiyle, sabah dediğime bakmayın öğleden sonraki dersime gidiyordum sadece yeni uyanmıştım o kadar. Her neyse, okulun çıkış kapısında karşılaştım kendisiyle. Bazı sebeplerden dolayı lisedeki arkadaşlarımla görüşmeme kararı almıştım yıllar önce o da dahil tabiki de...

Yolda karşılaştığımız anda yüzünde öyle güzel bir gülümseme oluşmuştu ki hala aklımda. Hatta ev arkadaşımla aramızda şöyle bir diyalog geçti aramızda:
- Şu geçen kız sana mı gülümsedi?
- Evet
- Tanıyor musun peki?
- Bir zamanlar tanırdım.
- Nasıl yani?
- Boşver uzun hikaye...

Şu sıralar okuldan eve, evden okula giderken pek sık karşılaşır oldum kendisiyle. Ama esas mevzu bu değil tabiki de...

Nokia 5210 ilk cep telefonum
Lise yıllarımda cep telefonu kullanmaya daha yeni başlamıştım. İlk telefonum Nokia 5210'du. Evde ailem, okulda arkadaşlarım telefonumu kurcalamasınlar diye cep telefonuma kilit kodu koymuştum. Kilit kodum da onun isminin tuş takımına göre kodlanmış haliydi... Bir tenefüs vakti o platonik olarak sevdiğim kız yanıma gelmişti. Bense telefondaki Space Impact oyununu oynuyordum. Yanıma oturdu napıyosun dedi, oyun oynuyorum dedim. Ben de oynayabilir miyim dedi. Olmaz dedim. Elimden telefonu almaya çalıştı, telefonu vermemekte direnince telefon bir anda elimden yere düşüp kapandı. Neyse o telefonu alıp açma tuşuna bastı ve telefon Pin kodu sordu. Hımm pin kodun ne olabilir, benim ismim olabilir mi acaba dedi ve kendi ismini tuşladı. Yes tuşuna bastığı anda benim kafamdan aşağı kaynar sular döküldü. Telefon'dan gelen yanlış pin kodu uyarısı sesiyle beraber kendime geldim. İçimden kendime hem kızdım hem de sevindim. Güvenlik kodumu onun ismi yapmıştım. Pin kodum ise tuttuğum futbol takımımın kuruluş yılıydı :). Pin kodumu girip telefonu ona verdim, biraz da o oyun oynamıştı. Daha sonra ders zili çalıp ders başladığında hemen telefonumun güvenlik ayarlarından güvenlik şifremi değiştirdim.

Peki ya es kaza güvenlik kodunu kendi ismi olarak tuşlasaydı ne olacaktı? Onu sevdiğimi anlasaydı ne yapardım ben? Acaba pin kodum olarak kendi ismini kodlaması bana bir işaret miydi? Bu sorulara ne kendim cevap verebildim (daha doğrusu bu sorulara cevap bulmaya ne cesaret edebildim), ne de ondan cevap alabilecek kadar cesurdum...

Her neyse, şu sıralar yolda karşılaşsak da renk vermeden hayatıma devam ediyorum. Kullandığım şifrelerde ise artık sevdiğim kızların isimlerini kullanmıyorum :) Tuttuğum takımın kuruluş yılı ne güne duruyor şifreler için değil mi?

Çocukken Yaşadığımız Aşklar

İlkokul yıllarınıza hiç dönüp baktığınız oldu mu? Bazen dönüp bakıyorum da o zaman yaşadığımız aptal aşklar günümüzde yaşanan üç beş günlük flörtlerden daha güzelmiş. 

Çocukken hoşlandığımız kızla göz göze gelmemeye çalışırdık. Onun gözlerine baktığımız anda yüzümüz kızarırdı utancımızdan. Şimdilerin 'aşk'larına bakıyorum da iki günde harcayabiliyorlar birbirlerini, herşey hevesleri bitene kadar oluyor. Haftalarca belki de aylarca bir kızı tavlamak için uğraşan arkadaşlarım var, tam tavlıyorlar bir iki hafta geçmeden birbirlerinden sıkılıp ayrılıyorlar, ondan sonra haftalarca hata yaptım diye sızlanıp duruyorlar. Böylelerine hiç acımak gelmiyor içimden, beter olun diyorum...

Oysa ki çocukken böyle miydi 'aşk' dediğimiz şey? Şu ankinden çok farklı ve çok güzeldi. O zamanlar herşey temizdi ve bugünkü kadar kirlenmemişti değil mi?

Sony Walkman - Çocukluğumuzun en teknolojik aleti
Okula cebinizde abinizin/ablanızın walkman'iyle gittiğiniz günü hatırlayın, en samimi arkadaşlarınız sizden bir kulaklığı ben takıp dinleyeyim dediğinde onları nasıl da geri çeviriyordunuz. Ancak o kız yanınıza geldiğinde "Ben de dinleyebilir miyim?" sorusu sizin de içinizde fırtınalar kopmasına sebep olmuyor muydu? Bir anda aptallaşıp eliniz ayağınıza dolanmıyor muydu? Hemen kulaklıklarınızdan birini çıkartıp onun kulağına siz takıyordunuz hatırlayın! O an dünyadaki en mutlu insan sizdiniz değil mi? Aahh bir de walkman'de çalan şarkı vardı tabiki de. O an gelecek diye kasetteki en güzel şarkıyı ayarladıktan sonra tenefüslerde yanınıza gelsin diye içinizden dualar etmiyor muydunuz? Neyse şimdi o kızın yanınıza geldiğini ve kulaklıklardan birini onun kulağına taktığınız ana gelin hem de. Walkman'in play tuşuna bastığınız anda Gökhan Kırdar başlıyor söze: " Senden uzakta hep bir şeyler eksik / Gönlümde derman yok, inan bir nefeslik / Ne bir avuntu, ne de biraz ümit / Ne yaptın bana, nedir bu sessizlik". Gökhan abi tam da "Yerine sevemem" derken onun gözlerine baktığınız ana gidin bir de. Onun gözlerindeki parıltıyı hayal edin, sizi alıp nasıl da uzak diyarlara götürüyordu...


Peki ya ona en saf ve en temiz duygularınızla özene bezene yazdığınız mektuplar? O mektubu ona ulaştırmak için çektiğimiz o çileli anlar? Düşünsenize bütün gece boyunca düşünüp yazdığınız o mektupları? İçlerinde kim bilir ne kadar özenle seçilmiş aşk cümleleri olduğunu, onu görünce içimizde kopan fırtınaların bizi nasıl etkilediğini hatırlayın. Mektubu yazmakla herşey bitmiyordu tabi, bir de o mektubu kimseye göstermeden ona ulaştırmamız lazımdı. Tenefüs zilinin çaldığını ve herkesin dışarı çıktığı anı hatırlayın, en samimi arkadaşlarınızın sizin kolunuzdan tutup zorla dışarıya çıkartmaya çalıştığı anı hani. Siz de karnım ağrıyo, dişim ağrıyo vs gibi bahanelerle onları dışarı yollayıp sınıfta tek başınıza kalmıştınız hani. İşte o an ona yazdığınız mektubu defterinizin arasından çıkartıp onun defterine koydunuz ya, içiniz kıpır kıpır olmuştu hani bir an. Daha sonra da, ya başkası onun defterini alırsa ve mektubu okursa diye içinizden geçip de bir anda yüreğiniz ağzınıza gelmişti. Bir an durup, derin bir soluk aldıktan sonra herşey istediğiniz gibi olacak diye kendinizi kandırıp tenefüsün geri kalanını oynayarak geçirmek için dışarı çıktınız. Ders zili çaldığında büyük bir sevinçle derse girmiştiniz hani. Gözünüz tahtada hocayı dinliyormuş gibi yapıyordunuz ama aklınızda hep onun mektubu alıp okuyacağı an vardı. Oturduğunuz sıra ise onu görebilecek en iyi yerdeydi hani. Bir an gözünüz ona doğru döndüğünde onun da size baktığı ana gidin şimdi de. Yüzünde gülümseme vardı hani, o gülümsemeyi gördüğünüzde anlamıştınız hani, o da sizi seviyordu. Bir anda kıpkırmızı kesildiniz ya utançtan. Başınızı önünüze eğip dersin bitmesini beklediniz...

Çocukken herşey daha güzeldi, hepimiz saftık, hepimiz temizdik, yaşadığımız aşklar çocukça aşklar olarak adlandırılsa da o günkü aşklar herşeye değerdi. Keşke tekrar çocuk olsak da o günleri yeniden yaşayabilsek...